Bugün Güzel Geçti

Emine Genç

Saat 07.42’de, alarmı üçüncü kez ertelediğimde, telefon elimden kayıp yere düştü. Yere değil, doğrudan kahve kupamın içine. Kahve değil tabii, artık kahveye benzemeyen o uykusuzluk, süt, telve karışımı kahverengi sıvı. Kupa kırılmadı, ama telefonun şarj girişi bir daha toparlanmadı. Kişisel gelişimcilerin dediği gibi güne küçük başarılarla başlayın, yatağı toplamak gibi. Bugünün ilk başarısı, telefonun ölümünü sessizce kabullenmek.

Kalkıp hızlıca hazırlanmaya başladım. Acele ettiğim için şalım bozuk olmaya yeminli. Yemini kabullenmekten başka çarem yok, geç kalmıştım. Evden çıktım. Asansör bozuktu, altı kat yürüdüm. Otobüsü kaçırdım, bir sonraki otobüste ayakta kaldım. Cam buğulandı, dışarıda koca şehir solgun bir kartpostal gibiydi. Ne güzel bir manzara, günün kalanı güzel geçecek.

Ofise girdiğimde toplantı başlamıştı. Kapı gıcırdadı, herkesin bakışı üzerimde. Başka türlüsü mümkün mü? Sandalyeyi çekerken masaya çarptım, plastik şişe devrildi, su değil ama uğraş çıktı. Kimse bir şey demedi, en kötüsü de o.

Öğle arasında dışarı çıktım. Yürürken ayakkabımın tabanı bir yerinden açıldı. Her adımda “bık bık” diye ses çıkarıyor, sanki ayakkabı bana küfrediyor. Bir tost aldım, oturdum. Karbonhidrat alıp sakinleşeceğim. Tam ısıracağım sırada martı geldi. Martı. Benimle aynı yaşta olabilecek bir martı, tostun yarısını aldı gitti. Geri kalan yarısını da elimde tutmanın anlamı yoktu. Çöpe attım.

Akşamüstü yağmur başladı. Ne şemsiye vardı ne enerji. Otobüs beklerken ayakkabımın o sökük yeri su çekti, ayağımda bir gölet taşıdım. Eve gelene kadar bütün gün küçülmüştüm.

Şimdi mutfaktayım. Aspiratörün sarı ışığı, soğumuş çay, polarım tarafından sarmalandım, pijamam çoraplarımın içinde, güvendeyim. Masada defterim. Açıyorum defteri.

Bugün güzel geçti.

Noktayı koyuyorum. Günün ağırlığını hafifleten bir cümle. Küçük bir yalanın ayağına paspas seriyorum.

Bugün güzel geçti. Her şeye rağmen. Rağmen, çünkü sabah uyanamadım. İşe geç kalmama ihtimalim yok gibi bir şeydi. Yine de gözümü açar açmaz kahve kokusunu duymak çok iyi geldi. Ofise gittiğimde herkesin gözü bendeydi, yeni kombinime bayıldılar sanırım :) Görünür olmak, basit ve hoş.

Toplantıda fikirlerimi anlatınca Ahmet Müdür övgülerini duyman gerekirdi. Ee bir haftadır bu proje üzerine çalıştım fazlasıyla haketmiştim bu övgüleri, hiç mütevazı olamayacağım beklediğim bir şeydi.

Ne kadar kolay aslında. Bir iki kelimeyle herkes beni dinliyor, gülümsüyor, alkışlıyor. Gerçekte hiç yaşanmamış bir onay hissi, ama kalem biliyor yolunu. Omuzlarım gevşiyor. Sanki o anları gerçekten hatırlıyorum.

Günün en tatlı olayı Münevver teyzeydi. Öğle arasında dışarı çıkıp bir tost almıştım. Sahilde otururuken yan bankta oturan yaşlı bir teyze bana gülümseyince tostumun yarısını ona verdim. Teyzenin elleri ince, damarları belirgindi. Çayından bir yudum aldı, sonra bana baktı. “Senin annen de böyle yapardı,” dedi. Demans başlangıcı sanırım. Arada torunundan bahsetti. Allah sahibine bağışlasın, ben başkasını bekliyorum. Merak ettin dimi, anlatıcam bekle. İyi ki öğle arası sahile inmişim. Çıkışta yağmur yağdı. Bu yağmurlar durmaz artık. Yılın son sahil keyfini yapmış oldum. Yağmuru görünce bir moralim bozuldu yalan yok. Şemsiyem evde, sırılsıklam olmamam mümkün değil, kesin hasta olucam diye düşündüm. Ofisten çıktım durağa doğru üç adım attım, başımın üstünde bir şemsiye. Şemsiyenin sapı siyah, adamın eli sıcak. Adımı sormadı. Ben de sormadım. Yalnızca birlikte yürüdük. Bir noktada ayrıldık. Elimde şemsiye kaldı. Beni bul beyfendi, sana şemsiyeni vermek isterim.

Cümleler uzadıkça içimdeki hava değişiyor. Sarı ampul artık daha yumuşak, çayın rengi koyulaşmış, ben biraz düzeltmişim kendimi. Saçımı aynada topluyorum, yüzüme maske sürüyorum. Portakal çiçeği kokuyor, c vitaminli. Kalem elimde ama artık yazmıyorum, sadece düşünüyorum. Belki bugün gerçekten güzel geçti, belki sabah güneşliydi, belki tostun yarısını paylaştım, belki biri bana şemsiye tuttu. Belki, belki. Kim aksini iddia edebilir?

Defterin sayfasında mürekkep yayılmış, bir kelime bulut gibi dağılmış: güzel. Parmağımla dokunuyorum, leke oluyor. Silmek istemiyorum. Bir şeyin doğru olup olmamasından daha değerli şeyler var bazen o an hissettirdiği kadar gerçek olması mesela. Mutlu olacaksam yalancı çoban olmaya razıyım. Kişisel gelişimcilerin dediği gibi, önce kendine inan.

Kalkıyorum. Masayı topluyorum, su ısıtıcıyı çalıştırıyorum. Güzel bir melisa çayı demliyorum. Pencerede yağmurun sesi var, aynı şehir ama başka tonda. Birazdan yeni pijamalarımı giyeceğim, gömlek yakalı olanlardan. Yumuşacık. Her şey yerli yerinde sanki. Son cümle: Bugünü sevdim. Noktayı koyuyorum. O anda, bir yerlerde telefonumun hâlâ kupanın içinde durduğunu, ayakkabımın tabanının açıldığını, tostun çalındığını bilmeyi reddediyorum. Defterin kapağını yavaşça kapatıyorum, kapak çıt ediyor. Tıpkı bir yalanın son hecesi gibi. Ama artık kim inanıyor, kim uyduruyor bilmiyorum.

Bugün güzel geçti. Belki de sırf öyle yazdığım için.