Halamın Öfkesi

Hacer Çiftçi

Yüzünü yıkamadan çay koyma alışkanlığı çok yeni Sinan’ın. Rutinini bozmuş olmanın verdiği bir haz da var içinde ama kırk yıllık alışkanlığını bozmanın rahatsızlığını inkâr edemiyor içten içe. Birkaç yıldır ufak ufak değişiyor alışkanlıkları. Bugün çiçekleri sulayarak başladı güne, sonra çiçeklerin sararan yapraklarını temizledi, saksısı değiştirilmesi gerekenlerin saksılarını ve topraklarını değiştirdi. Mecburen balkonu da yıkamak zorunda kaldı. Çayın suyu kaynadı bu arada, çay demini alırken tost ekmeğinden uyduruk pizzalar yaptı. Onlar pişerken yüzünü yıkamaya gitti. Kapı aralığından, çıkardığı nevresimleri görüp onları da değiştirdi. Boş bir hafta sonu hayal ederken ne kadar mutlu olmuştu halbuki. Şimdi iş üstüne iş çıkarıyor yine kendine. Sinan nevresimleri değiştirirken pizzalar pişti, fırından pizzaları alıp ilk sıcağı çıkarken makineye çamaşırları attı. Çamaşır odasına girince de askıdaki yarısı kullanılıp eksilmiş çamaşırları görüp onları topladı. Katlayıp ütülenecekleri ayırdı. İlk sıcağı çıksın diye bıraktığı pizzalar soğudu bu arada. Demini almış sıcak çayla soğuk pizzaları masaya alıp, en son iki hafta önce eline alıp bir şeyler karaladığı günlüğünü okumaya başladı.

-Bugün iki yıldır erteleyip durduğum ziyareti gerçekleştirdim sonunda. Kendimle ne kadar gurur duysam az. Tüm kibrimi, tüm inadımı bir kenara bırakıp halama gittim. Halam. Bu dünyayla kavgası hiç bitmedi. Haliyle bu dünyalı olan bizlerle de. 16 yaşında evlendirilip fakir bir eve gönderilmesinin, o evde fakirlik çektiği yetmemiş gibi başından dumanı eksik olmayan kocasından yediği dayakların öfkesi hala çıkmamış ondan. Hala herkesten ve her şeyden, kocasından, annesinden, babasından hatta belki çocuklarından bile nefret eder halam. Nefretini, bakışlarından, saçlarını toplayışından, kapı açışından, yemek yaparken kaşığı tencerenin kenarına vuruşundan, yemek yiyişinden ve yürüyüşünden görebilirsin günlükçüğüm. Kaşları hep çatıktır, bu yüzden iki kaşının arasında Ihlara Vadisi gibi bir oyuk var. Bu oyuğa bir altın kesesi saklayabilirsin. Yürürken yerler kayar ayaklarının altından, toprak bile korkar halamın hınçla basışından. Çağlar öncesinden kalma mitolojik bir delilik halamınki. Babaannemden aldığı kibrini kocasının eziyetleri yüzünden bastırmış, kocası ölüp de ona kalan azıcık emekli maaşı ile hanım ağalığını ilan edip kibrini de gün yüzüne çıkarmış. Suyu bile hesaplayarak içen halam, eline para geçince ilk iş Balkan turuna çıktı. Oradan başında hasır şapka ile dönünce herkes anladı durması gereken yeri.

İlk yıl ahırdaki tüm hayvanları sattı. Emekli ikramiyesi ve hayvanların satışından eline geçen parayla tüm evi tamir ettirip yeniledi. İki küçük bahçeden birini satıp parasıyla kendine eski model bir araba aldı. Kızları sesini çıkarmadı hatta alkış bile tuttular annelerinin cesaretine ama oğulları mirastı o bahçe parasını bize verecektin diye hır çıkarıp küstüler. Onlar küsünce halam biraz rahatladı gibi oldu. Yazın çocukları bırakmalarına izin vermedi. Zar zor büyüttüğü çocuklarının çocuklarına bakmaya hiç tahammülü yoktu. Bu rahatlık ona öyle yaradı ki kilo aldı, eli yüzü parlamaya başladı. Yüzü gülmeye başlayınca biraz da yumuşadı gibi oldu. Bel altı esprilerle herkesi şaşırttı, benim asıl şaşırdığım çocukluğumdan beri yaşlı olan halamın gencelmesiydi. Demek onca yıl sevmediği bir adamın yükünü taşımıştı sırtında. Acıyordum ona her bakışımda. Fakat çocukluğumdan beri gölgesinden bile kaçtığım halama ısınamıyordum bir türlü. Çünkü herkesten nefret eden halam bana göre en çok annemden nefret ediyordu. Anneme söylediği her kırıcı söz benim kalbime çaktığı bir çivi gibi batıyordu. Annem öldüğünde halam önce bana sarılmış sonra babama dönüp “Bu evi sen çekip çeviremezsin, oğlan zaten bir işten anlamaz, gelene kadar düşündüm ben, sana bizim köydeki Kör Hacı’nın kızı Mahiye’yi istemeye karar verdim. Kocası öldü onun da, ayılmış olsa töbe dönüp bakmam ama gözünün arkada kalacağı bir adam yok. Kızını da anasına bırakır, geçinir gidersiniz.” demişti. Annem daha mezara konmamıştı bile, ben altı yaşındaydım. Dediği gibi yaptı. Allem etti kallem etti, Mahiye’yi babama aldı. Onlar birbirine alışsın diye de beni bir hafta evine götürdü. Sürekli Mahiye’yi övüyor, annemden daha güzel ve becerikli olduğundan bahsediyordu.

Büyüdüm. Artık bayramlarda da halama gitmiyordum. Bugün onun kadar kötü olmadığıma ikna oldum. Halamlarda erken ölmek aile geleneğidir. Elli beş yaşını gören kadın bulurlarsa madalya takacaklar. Halam elli dört yaşında şimdi. Dimdik ayakta ama biliyorum ki ölecek. Öldüğünde belki pişman olurum diye gittim bugün ona. Elini öptüm. O da günlerinin sayılı olduğundan emin gibi sarıldı. Bulgur köftesi yapmış ben seviyorum diye. Afiyetle yedik. Eskilerden yenilerden anlattı dinledim. Gittiği gezilerde çekildiği fotoğrafları çıkardı, tek tek anlattı nerelere gittiğini. Daha eski pek fotoğrafı yok. Evlendiği gün kocasıyla çekildiği bir fotoğraf; ilk çocuğu bir yaşındayken komşusunun çektiği bir fotoğraf ve bir kurban bayramında çekilmiş, halamın yarısının kadraja girdiği bir fotoğraf. Halamın değeri bu kadardı işte, bu yarısı çıkmış fotoğraftaki kadar yok sayılmışlığınaydı öfkesi de. Neyse işte oğlanlarla barışmışlar, kalan bahçeyi oğlanlara, arabayı küçük kıza, bilezikleri büyük kıza vermiş, evi bozmayın diye vasiyet etmiş. Baba ocağıdır perşembeleri gelin tüttürün ocağı demiş. Rahmetli eniştemin kullandığı plastik boncuklu tesbihi de bana verdi. Sen erkeksin bunu benden hatıra olarak sakla dedi. Annen ne iyi kadındı diye ekledi. “Ben anneni çok severdim, öldüğünde dünyam başıma yıkıldı sandım.” dedi. Gözlerim doldu. Annemin öldüğü gün söyledikleri çınladı kulaklarımda, ölümün sıcaklığı benim hala kalbimdeydi, istedim ki o da ısınsın biraz. “Hala anneme selam söyle olur mu?” dedim. Ne demek istediğimi anlamış gibi yutkundu. Sağa sola bakındı, dudakları titredi, tek yana kıvrılan ağzıyla kısacık gülümsedi. “Deli oğlan! Hadi sen git artık.” deyip uğurladı beni. –

Yutkundu Sinan. Ağlamaklı oldu. Ölen halasına ağlayacak değildi elbette. Annesinin gençliğine, gençliğine doyamamışlığına ağlayacaktı ağlarsa. Çayından bir yudum aldı. Yüzünü buruşturup soğuyan çayı değiştirdi. Ne kadar haklı bir küskünlüğü olsa da daha farklı davranabileceğini düşündü. Keşke dedi, “O gün halama gerçekten gitseydim.”