Zindanın Bin Türlüsü

İrem İlayda Karkı

Kapının eşiğinde durmuşken, herkes içeriye girmesini beklerken ama o girmemek için direnirken bir adım daha attı. Artık içerideydi. Tüm umudunu yitirmişken, burada olmak artık onun için bir anlam ifade etmezken o adımı neden atmak zorundaydı? Cevabı bulamadı. Sistem deyip geçiştirebilir, zorundayım deyip kestirip atabilirdi ama biliyordu ki istemeseydi şu an burada olmazdı. O zaman kafasında kurmaya başladığı ancak kendisinin bile henüz haberinin olmadığı bir planı da vardı. Böyle düşünmek onu rahatlattı. Geçti oturdu ona ayrılan yere. Kendisi gibi yedi kişi daha vardı. Doktoru da sayarsak dokuz kişi çember şeklinde dizilmiş sandalyelere oturmuşlardı. Korkut’un da yerine oturmasıyla doktor gülümseyerek söze başladı.

“Geçen hafta çok güzel ilerlemeler katettik. Sizi tebrik ederim. Her hafta bu oturumların sizin üzerinizdeki olumlu etkilerini görüyorum. Bu da beni inanılmaz mutlu ediyor. Bu hafta konumuz güven. Güven size ne hissettiriyor?”

Etrafına bakındı, çıkmak için bir yol aradı. Karşısındaki pencereye koşup atladığını hayal etti. Bir süper kahraman filminde olsa çok havalı olurdu elbet ama gerçekte 7.kattan aşağı atlamanın çok havalı olmadığının farkındaydı. Dinlememeye çalışsa da gruptaki konuşmaları duyuyordu arada. Adını unuttuğu yaşlı bir adam almıştı sözü.

“Bence güven hiç olmamalı. Kimseye güvenemeyiz.”

Yeniden zihnine dönemeye çalıştı. Dış kapıda bekleyen iki nöbetçiyi de silahsız devirmek pek mümkün değildi.

“Güven ne çok ne de az olmalı” diyordu bir başkası.

Odaklan! Odadaki herkesi kışkırtıp kapıya yürüseler bir ihtimal ama odadakilerin yüzüne baktığında sadece itaat görüyordu.

“Güven biraz bile azalmışsa ortada güven diye bir şey kalmamıştır.”

Bunu söyleyen de gençten bir çocuktu. Önce onu kandırsam diye düşündü ama çocuk belli ki ilaçların etkisindeydi. Kafasını zor kaldırıyor, kimseyle göz teması kuramıyordu.

Buradan çıkmanın hiçbir ihtimali kalmamıştı. Tüm ihtimaller kafasında teker teker elenmişti. Umutsuzluk insanın başına gelebilecek en kötü şeydi. Ve şimdi Korkut, o umutsuzluğun en derinlerinde yüzüyordu. Herkesin bakışlarını ona yönelttiğini fark edince sıranın kendisine geldiğini anladı. Söyleyecek pek bir şeyi yoktu ama yine de göze batmak istemedi.

“Ben şey… Konuşmak istiyorum ama aklımdan geçenleri ifade edemiyorum.”

Edemezdi tabii, kaçmak için planlar yaptığını nasıl ifade etsindi. Doktor gülümseyerek lafı aldı.

“En büyük gelişmeyi de sende gözlemliyorum. İlk seansta bize küfürler savurup sinir krizleri geçiriyordun. Ama şimdi bak, sakince bizimle konuşmaya çalışıyorsun. Bu bile bizim için çok büyük bir adım. Eğer sözlü ifadede zorlanıyorsan yazmayı deneyebilirsin. Herhangi bir kağıda da yazabilirsin ama bana sorarsan en güzeli bir günlük tutmak. Böylelikle düşüncelerini daha güzel organize edebilirsin.”

Günlük! Tabii ya. Benim hiçbir şey yapmama gerek yoktu. Benim onlara göre iyileştiğimi düşündüklerinde nasıl olsa beni bırakacaklardı. Bunun en kolay yolu neden günlük tutmak olmasındı.

“Bize de izin verdiğin ölçüde oradan düşüncelerini okuyabilirsin. Kalanı senin özelindir asla okumayız.”

Hadi ordan! Eminim okumazsınız diye içinden bağırdı Korkut. Ama sorun yoktu. Zaten Korkut’un da istediği bu günlüklerin okunması olacaktı.

“Çok güzel fikir. Evet bir günlük tutmayı çok isterim.”

“Harikaaa. Hemen sana bir defter ve kalem vermelerini rica edeceğim. Kabul ettiğin için teşekkürler.”

Sadece gülümsedi. Bu gülümseme, ben buradan bir çıkayım da gülümsemesiydi. Nöbetçiler eşliğinde odasına döndüğünde gerçekten de odasına bir masa getirilmiş, üzerine de bir defter ve kalem eklenmişti. Vakit kaybetmeden oturup yazmak istiyordu. Ama önce neler yazacağını zihninde döndürüp durdu. Hata yapma şansı yoktu. Kendince mükemmeli bulduğunda yazmaya koyuldu.

Sevgili günlük mü demeliyim bilmiyorum ama hadi rutini bozmayalım. Sevgili günlük;

Bugünkü oturumumuzda sevgili doktorumuz sağolsun bana yazmayı önerdi. Çünkü ben düşüncelerimi ifade etmekte zorlanıyordum. Yazmak daha kolay gelebilir diye düşünerek bu öneriyi kabul ettim.

Ben burada çok değiştim. Eski dünyamda öfkeli, saldırgan, hak hukuk arayışında kendini kaybetmiş, yolunu kaybetmiş biriydim. Doğru ve yanlış benim için birbirine karışmış iki kavramdı. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bizim burada yeniden kendimizi bulmamızı sağlıyorlar. Ne kadar teşekkür etsek az.

İyi ki pinokyo değildi. Yoksa burnu onu hapis ettikleri bu yerden taaa kralın sarayına kadar uzanırdı. Aslında fena da olmazdı. Belki onu bu koca burnuyla tahtından devirmeyi başarabilirdi. Aklından geçen bu düşünceler Korkut’u keyiflendirdi. Şimdi tek yapması gereken beklemekti. Odandan çıktığı ilk anda günlüğünü okuyacaklarını biliyordu. Aynı zamanda orada yazdığı gibi de davranmalıydı. Böylelikle dikkat çekmezdi.

Ertesi gün tekrardan günlüğünü açtı. Dozu biraz daha arttırması gerekiyordu anlaşılan. İlk yazdığı sayfa inanmaları için yeterli olmamıştı.

Sevgili günlük;

Dünden beri yani sana hislerimi döktüğümden beri düşüncelerim beni sarmaladı. Artık her şeyin daha çok farkındayım. Düşman sandığım insanların, mesela kralın düşman olmadığını anlamam beni büyük bir utanca boğuyor. Hepsinden tek tek özür dilemek istiyorum. Kralın masum çocukları, daha doğrusu benim masum olarak nitelendirdiğim çocukları neden öldürdüğünü bile anlıyorum. Şimdi masumlardı, gelecekte öyle olmayacaklardı.

Burada birkaç damla gözyaşının kağıda düşmesine engel olamadı. Hemen kendini geri çekti. İçten içe masum hem de en masum çocuklardan özür diledi. Bunun sizin için yapıyorum dedi. Biraz kendine gelince yazmaya devam etti.

Bizi, bizden çok düşünen bir kralımız var. İnsan daha ne ister? Kralım çok yaşa.

Allah korusun diye eklemeyi unutmuyor içinden. Geber kralım hemen geber! Hadi artık inansınlar diyor. İyi bir amaç için bile olsa yalan söylemek hoşuna gitmiyor. Kalbi daralıyor. Öldürülen arkadaşları geliyor aklına bir bir. Kendini de öldürürlerdi de babası sağolsundu. Öyle demişlerdi. Baban olmasa seni buraya gömeriz demişlerdi. Yere batsın babası! Hainin yanında duran babası. Oğlunu ihbar eden babası, çocukların ölümünü izleyen babası… Buradan bir çıksın hele. O zaman herkesle tek tek hesaplaşacak. Zamanını bekliyor.

Birkaç gün geçmesine rağmen ses yoktu. Her gün günlüğe onların duymasını istediği yalanlar karalıyordu. Bugün yeniden grupla toplanacaklardı. Bugünü iyi değerlendirmesi gerekiyordu. Burada geçirdiği son gün olmasını umut etti. Nöbetçilerin ayak seslerini duydu. Yüzünü toparladı hemen, onları görünce selam verdi, gülümsedi hatta. Nöbetçiler de şaşırdı, kibirli kibirli gülümsediler. İçlerinden bu bile yola geldi ha, dediklerini duyar gibiydi. Nöbetçiler, Korkut’u doktorun odasına bırakıp kapıda beklemeye koyuldular. Korkut bu kez kapının eşiğinde beklemedi. Hemencecik geçip yerine oturdu. Doktor gülümsedi. Korkut da aynı şekilde karşılık verdi.

“Evet hepiniz hoş geldiniz. Bugün aranızdan birisi mezun olacak, yani buradan ayrılacak. Şimdilik onun kim olduğunu söylemeyeceğim. Günün sonunda onu hep beraber buradan uğurlayalım.”

Korkut’nın içi kıpır kıpırdı. Bu kişinin kendisi olduğundan neredeyse emindi. Zaten babasından dolayı onu burada çok tutmayacaklarını biliyordu ama onların istediği gibi davranması bu süreci hızlandırmıştı.

“Bugün konumuz sadakat. Bu konuda neler söylemek istersiniz?”

Korkut’nın heyecanı diğerlerini dinlemesine engel oldu. Kafasında neler söyleyeceğini planladı. Güzel bir veda konuşması olmalıydı bu. Sıra ona geldiğinde büyük bir istekle sözü aldı.

“Merhaba arkadaşlar. Bugün konuşmak istiyorum. Doktorumuzun önerdiği günlük benim gerçekten düşüncelerimi daha iyi ifade etmemi sağladı. Burada geçirdiğim sürede hep düşünüyordum zaten ancak bunları nasıl ifade edebileceğimi bilmiyordum. Şimdi gerçeklerin çok daha farkındayım. Sadakat konusuna gelince, yanlış bir kişiye veya tarafa sadık olmanın çok kötü sonuçları oluyor. Doğru kişiye sadık olduğumuzda aslında kendimizi buluyoruz. Ben artık doğru tarafta doğru kişiye sadık olacağım.”

Bu sözleri doktorun alkışlarını da beraberinde getirdi. Onun alkışları da diğerinin alkışlarını. Kendiyle gurur duydu, çok iyi rol yapıyordu. Buradan çıkıp da bunu arkadaşlara anlattığında vereceği tepkileri düşündü. Gülümsedi.

“Sözlerin çok kıymetli Korkut. Evet artık kimin mezun olduğunu açıklama vakti. Bugün anladım ki bu karar çok doğru bir karar oldu. Korkut, sen artık hizmete dışarıda devam edeceksin. Baban seni kapıda bekliyor.”

Baba kelimesi birazcık sinirlerini bozsa da çıkacak olmanın sevinciyle gülümsedi. Teşekkür etti, veda etti ve nöbetçilerle beraber eşyalarını toparlamak üzere odasına gitti. Günlüğü de çantasına attı. İlk fırsatta ondan kurtulacaktı. Nöbetçiler eşliğinde dış kapıya getirildiğinde özgürlüğü tüm hücrelerinde hissetti. Kapının açılmasıyla birlikte babasını biraz uzakta adamlarıyla bekler halde buldu. Kalabalık gelmişlerdi. Anlaşılan hapis hayatı evde de bir süre devam edecekti. Yalandan babasına gülümsedi. Oraya doğru ilerlemeye başladı. Bir çöp kutusunun önünden geçerken günlüğü çantasından çıkarıp çöpe attı. Tüm yalanları da çöpe atıyormuş gibi hissetti. Üzerinden büyük bir yük kalktı. Bakışlarını biraz sola kaydırdığında ağaçların arasında Osman’ı ve birkaç arkadaşını gördü. Çok şükür anlamında gözlerini kapattı. Babasına doğru döndü yeniden. “Senden ve kralından nefret ediyorummm!” diye haykırıp Osman’a doğru kaçtı. Diğer arkadaşları da onun güvenle gelebilmesi için küçük bir çatışma çıkarmışlardı.

Babası hayretle boş araziye doğru koşan oğlunu izliyordu. Doktorun tam iyileşmeden çıkarmamamız gerek sözünün önemini şimdi daha da iyi anlıyordu. Yardımcısı çoktan Korkut’un peşimden koşmuştu bile. Babasının gözleri doldu. Bu hayatta her şeye çözüm bulmuştu ama bir tek oğluna bulamamıştı. 16 yaşında annesini kaybetmeden bir saat önce izlediği, zalim bir kralla ilgili film aklında dönüp duruyordu. Ne o filmi oğlunun aklından çıkarabildi ne de babasına olan nefretini kalbinden. Yardımcısı oğlunu yakalamış getiriyordu. Gözlerindeki nefret 20 metre uzaktan kalbini yaralıyordu. Yine de bir gün oğlunun iyileşeceğine inanıyordu. Ama ne zaman?