Karanlık

Hacer Noğman

Bugün son sayfasını dolduracaktım ve sonra çöp olacaktı o defter. Belki yakacak olarak kullanılır ya da sararmayı bekleyecek sıradan bir defter olarak tavan arasına gidecekti. Sonunun ne olacağının bir öndemi yoktu gözümde. Birilerinin onu okuyacak olması ya da olmamasının da bir farkı yoktu çünkü iki durumu düşünerek yazdım oradaki her şeyi. Değilse yazmak işten bile değildi.

Yanan odun çıtırtıları kulağa iyi geliyordu. Perdeden içeri süzülen sokak lambası odadaki en tenha yeri bulmuş da yerlemiş gibi. Etrafa göz attığımda odaya aşinalığın verdiği seçebilirlik boy gösteriyordu. Bu tanıdık histi. Sokak lambası olmasa her yerin zifiri olacağını biliyordum. İnler cinler düğünleri taşımışlar başka yerlere. Her yer seçilebilir. Her yer apaydınlık. Her şey ortada. Gizleyecek ne kaldı ki. Şimdi çıkarım sobaya tıkıştırsam her şeyi, dumanı göğe savrulsa, zihnimin bi köşesinde hiç mi bi şey kalmamış olacak? Bunun olmasını öyle isterdim ki. Her gün kendime yalan söylemek zorunda kalmazdım. Bu son sayfada yalan üzerine kelimelerle inşa edilmiş durumda. Kendine yalan söylemenin de günahı var mıdır?

Yıllar önce, on yıllar önce bu eve taşındığımızda, eski evimiz tüm köhneliğiyle olduğu yerde anı harabesi olmuş vaziyette bize veda etmişti. Ya da biz ona. Biz tarafından terk edişin yükü altına girmek çok cesur bir eylemdi. Bunu ömrüm boyunca yapamadım. Korkak olarak nitelendirilebilirim kimilerince. Bunu söylersem tabii. Kimdi ki bu kimileri? Bunun bir önemi yoktu aslında. Bahsettiğim yük öyle ağırdı ki, omuzlarımda ağırlığını her hissettiğimde, düşüncelerim, zincirle bağlı olduğu diğer düşünceleri peşi sıra getirir, omuzlarımdaki yükü hafifletir, başka başka şeylerin zihnimi kiralamış olduğunu bana gösterir ve giderdi. Kafamın içinde zikzaklar oluştururlardı. Bazen kafamı sağa sola hareket ettirirken bulurdum kendimi. Omuzlarımda kocaman bir ağırlık, yüreğim birisinin avucunun içinde öylece büzülmüş. Sobayı açardım, külleri şöyle bir karıştırır, közleri ağza yaklaştırır, bir odun atardım. Usul usul yanardı odun.

Usul usul yanıyordu odun. Tahta parçası demek daha doğru. Odun yığınında kalan son parçayı biraz önce sobaya attım. Eski evimizi, tahtalarını güvelerin yediği evimizin, kimi önemli tarihlerin çiviyle kazındığı o tahta parçaların sonuncusu şimdi odayı ısıtıyor. Şimdi o köhne yerde hayalden bir ev sırtlanıyor geçmişimizi. Issız, çiseli otların arasında, ocak taşının sırtlandığı yükün ucundan tutmak ağır geldi her birimize. Bu da defterin son sayfasına yazdığım son yalanlardandı. Onlara değil, bana ağır geldi. Durup kabul etmek varken reddedişlerle dolu bir yaşam öyküsüydü benimki. Şimdi bunları düşünmekten kaçarken kalemde kalan son mürekkeple önceki sayfaları dolduran cümleler burada da baş gösteriyordu. Elem dolu bir hayatımın olmasından yakınıyorum ilk satırlarda. Yalan. Okuyan gerçeği bu bilsin. Bu yükü taşıyamayışımda bana hak versin. Yazdıklarıma yıllardır inanmışım ben. Öyle değilse de bunu kim nereden bilecek? Buna imkan yok.

O tahtaları yiyip bitiren güveler gelse de kafamın içinde beni kemirenleri yeseler. Şikayetle geçen ömrümde son isteğim bu olurdu belki. Birilerinin okuması umuduyla yazdığım bu defteri, birilerinin bilsin istediğim hayatımı ama benim istediğim şekliyle hayatımı, kim okuyacaktı? Sığabilseydim şu sobanın ağzından içine girmek isterdim. İçine girip kül olana kadar yanmak. Bu kabullenemeyişle koca bir ömrü nasıl geçirdim Allah’ım? Koca bir ömrü çöp etmişim ki yazıklar olsun bana. Ne eş edinebilmişim ne dost. Böylesi bir yalnızlıkta ömrümü eritmişim. Benden, bizden, geçmişimden kalan son izleri de bu gece sobada yaktım. Bu gece beni ısıtan yine geçmişim oldu. O hatırlamak yerine yalanlarla donattığım geçmişim. Mürekkebini boşa bitirdiğim kalemim, bu defter hesap soracak mı benden Allah’ım?

Közler azaldı. Odanın içine sızan ışık iyice cılızlaştı. Son közler direniyordu. Elimdeki defteri attım sobaya. Közlerle buluşan defter kapağı birkaç saniyede ateşledi. Kapaktaki küçük pencereden var gücüyle tüm ışık yayıldı odaya. Yalanlarım son kez aydınlattı odayı. Kalemi de attım o küçük pencereden içeri. Plastik eridi, köze akıttı kendini. Kapkaranlıktı her yer. Soğuk.