Daha Memâlik-i Osmanî, Gregoryan takvim nedir bilmezden evvel ki niye bilsin? Koskoca Osmanlı. Gâvurun takvimine mi kaldı? Hele ki bir papa düzenleyecek, koca koca sultanlar koca koca kaftanlarını sürüklerken şöyle mi buyuracaklar yani: “Budin’i kâfirin boynunu urmak sûretiyle 27 Kasım 1526’da almak niyetindeyiz. Kullarım hazırlıklarını tamam ide. Dahı o yörede bulunan çaşıtlarımıza haber salına. Salına ki ne ideceği belli olmaz kâfir, bize türlü çeşitli şeytan oyunu oynamaya.” Olacak iş mi? Onların da akılları buna tık demiş olmamalı ki Gregoryan takvim, Memâlik-i Osmanî’ye ya sultanlar kara toprağa girince ya da onlardan kimileri başka ülkelerin göğünü seyre mecbur edilince gelivermiş. Allah cümle ceddin ruhlarına rahmet etsin. Ne diyorduk?
Daha Memâlik-i Osmanî, Gregoryan takvim nedir bilmezden evvel, Sultan Fatih’ten evvel. Sultan Murat’ın Balkan yurtlarına diz çöktürmesinden de evvel. Ah, cennetmekân Yıldırım Bayezid Han’dan da evvel. Timur’un aksak ayağı, Anadolu yurduna değmeden evvel yani. Osman zamanı mı ola Orhan zamanı mı? Tarih tam kayıtlı değil ise bunda yazanın ne suçu olacak, yalan mı olacak deyip Orhan zamanına bağlayalım. Sultan Orhan’ın buyruğunda olan beylerden biri, bir Sırp kızına gönül düşürünce araya Sultan Orhan’ı da katıp Sırp yurduna varıp kızı kâfir babasından istedi. Kızın babası, baktı ki karşısında Müselmanlar. Pek de ısrarcı duruyorlar. Hayır dese üstlerine yürüse neyle yürüyecek? Zaten orta direk bir Sırp. İşin içinden sıyrılamayınca müddet istedi Orhan Beg’den. “Beyim,” dedi. “Senin ve soyunun hatırını sanıyorum ki ilerleyen zamanlarda daha çok saymak zorunda kalacağız. Şimdi bile âlî yüzüne bakınca ürkerim. Kızım benim için çok kıymetlidir. Sen diyorsun ki biz onu Osmanlı yurduna götürelim. Üstelik Müselman da edelim.” İçinden, “Ben senin kızını oğlum Darko’ya istesem, üstelik onu İsa Mesih’in dinine sokup haçı bağrına astırıp gezdirsem, getirsem Sırp’ın küçük bir vilayetine getirsem ne dersin ey Türk?” diye hiddetli hiddetli sorular sordu ama bunu içinde tutacak kadar zeki bir adamdı. İçimizdekilerin çok azını dışarı taşırmalıyız ki mutlu yaşayabilelim öyle değil mi? “Demem o ki bize bir ay kadar mühlet ver. Düşünelim. Annesiyle kardeşleriyle, dayıları amcalarıyla görüşelim. Size cevabımızı bildirelim.” dedi. Sultan Orhan’ın hâliyle canı sıkıldı sıkılmasına ama daha Sırbistan’ı fethedecek gücü yoktu. Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer’den olma Murat da daha buraları alacak çağda değildi. Lalasıyla o talim senin, bu talim benim koşardı. Çirmen’e de daha vakit vardı. Keşke insanlar, ara ara ileriyi görebilselerdi. Ama işte imtihan diye neye denilirdi o zaman? Zamanın ilerisini görüp ona göre tavır almaya mı?
Orhan ve beraberindekiler döndüler yurtlarına. Bey’in içi içini yiyordu ama. Bu kâfir belli ki vermeyecekti kızı. Kaçırırım o vakit, diye geçirdi içinden. Sonra dakikasında vazgeçti. Sultan Orhan’ı dâhil ettikten sonra bir de kız kaçırmak da neydi? Seccadesini serdi, yalvardı Tanrı Taala’ya. Sen bu kâfire merhamet ver de kızını bana emanet etsin Rabbim, dedi. Hem bu kızı küfrün içinden çıkarıp da Müslüman etme vesilesini de bana ver diye de ekledi. İşin burasında içi gıcıklandı ama. Sanki Allah’ın hoşuna gidecek şeyi de ekleyip fırsatçılık ediyormuş gibi hissetti. Ağlayarak secdeye kapandı. Anası baktı ki oğlu yine seccadede hönkürüp duruyor, iki elini iki yanına dayadı: “Ulan eşşeğin oğlu eşşek. Yine gâvurun kızına mı ağlıyorsun sen? İnşallah vermez de o gâvur babası, Allah’ın önünde böyle ağlamaya hem de ne için ağlamaya utanırsın.” diye bağırdı bağırdı gitti. Oğlu peşinden bakakaldı.
Günler günleri yavaş kovalıyordu. Sırp, kızıyla ailesiyle görüştü. Böyle böyle, dedi. Seni bir Türk ister. Verelim mi? Kızdan önce dayıları kalktılar köpürdüler: “Kâfire kız mı verilirmiş?” diye kabardılar. “Danışıyorum işte.” dedi adam. “Oturun hele. Jovana desin diyeceğini.” Kız, dingin duruşunun ardından kendinden emin konuşmaya başladı. “Ben kabul ederim baba.” dedi. Amcaları huzursuz kıpırdandı, anasının yüzü iyice asıldı ama kızın kararlılığı onları gemledi: “Ederim çünkü bunların içine karışıp memleketimin çaşıtı olmak dilerim. Varalım kralımıza iletelim. Ondan buyruğu alayım. Toprağım için ne etsem diye düşünüp dururdum da bulamazdım. Yüce İsa, bunları ayağımıza boşuna yollamış olamaz. Kendimi ülkem için fedaya hazırım.” Kız, böyle lakırdı edince hepsinin gözü doldu. Yüce Sırp ülkesi için ne fedakârlıktı ama. Babasıyla anası kızlarına ağlayarak gururla sarıldılar. Kızlarını kınaladılar, tanrılarına ısmarladılar, Türk yurduna yollamaya karar verdiler. Ama önce krallarından olur aldılar. Orhan Bey’e de haber saldılar kabul ettiklerine dair. Ama biraz müsaade etsindi Yüce Orhan, ne de olsa kız evi. Hazırlık görülmeliydi. Orhan Bey, emrindeki beye müjdeyi hemen iletti. Beyin anası kahrolurken kendisi yine secdede buldu kendisini. Jovana nam kâfir kız da çaşıtlığın bin türlü hilesini, inceliğini öğrenmeye koyuldu bu arada.
Üç ay sonra düğün kuruldu. Jovana, Türkmen iline gelin olarak geldi. Sırp, kızını yollarken pek hüzünlü durmuyordu. Anası hele. Otuz iki dişin tekmili sırıtıyordu uğurlarken. Beyin anası, gâvur işte diye damgaladı içinden. “Şuna bak, kızlarını yolluyorlar taa nereye. Neredeyse kalkıp oynayacaklar.” Ama oğlunun da tüm dişleri ortada olduğundan kimin dişlerini izlese bilemedi. Düğünün en üzüntülü anası olarak düğün alayıyla memleketine vardı.
Jovana, hiç üzmedi kocasını. Gel şehadet getir Müselman ol, dedi kocası. Hemen dizini kırdı, eşhedüye başladı. Gâvurun çaşıtı. Bey ne bilsin bunun ne mal olduğunu? Jovana diye Müselman adı olmaz dedi Bey, gel adını Fatıma koyalım dedi. Kız itiraz etmeden pek beğendim bu adı, dedi. Yalandan gözünü doldurdu, Jovana da ebemin adıydı diye. Bey, “Jovana’yı atacak değilsin ya. Onu da yaşat kendinle. Ama mahşerde Fatıma’yla dirileceksin. Böyle böyle düşün de ısın.” dedi. Gözünü yalandan kurularken peki beyim, dedi. Jovana oldu mu sana Fatıma?
Jovana yani Fatıma ezelden beri günlük tutardı. Hele Türk iline geldi geleli çok çok yazar olmuştu. Kendi dilinde de yazdığından rahat rahat dertleşiyordu günlüğüyle. Sırpçayı kocası bilmiyordu nasıl olsa. Yine de çaşıtlığa varacak şeylerden bahsetmiyordu hiç. Bey, bir gün baktı ki hanımı harıl harıl bir şeyler yazıyor. Nedir bu, dedi. İnci gibi dökmüşsün. “Günlerimi kaydederim. Kendi lisanımca da yazarım ki memleketimde birileriyle konuşur gibi hissedeyim.” Bey, hanımına üzüldü böyle deyince. Benim böyle alışkanlıklarım yok ama sana imrendim, dedi Bey. Hadi ben de yazayım bundan kelli. Kız, içten içe sevindi. İşte bana gül gibi ilk elden bilgi, diye kıkırdadı.
Bey, gerçekten de o gün başladı günlük yazmaya. Ama ne yazacağını bilemiyordu.
12 Rebiülevvel 730
Bugün uyandım. Sonra beyimin yanına vardım. Fatıma ve anamla yemeğimi yedim uyudum.
13 Rebiülevvel 730
Bugün hayreti celbedecek pek bir şey vuku bulmadı.
14 Rebiülevvel 730
Bugün de dün gibiydi.
15 Rebiülevvel 730
Bugün de dün gibiydi.
Fatıma kocası evde yokken hemen günlüğünü karıştırmaya başladı. Baktı ki adam gevelemiş. Hiçbir şey yazmamış. Ya da yazamamış. Bunun tedrisatını vermeli önce, dedi. Sonra açıldıkça açılsın. Yazsın ki ben de ülkeme diyeceklerimi güzel güzel ileteyim. Çaşıtlığın bilmem kaçıncı kuralı ne der? Bildiğini öğret ki bilmediklerin sana gelsin.
Laf arasında konuyu açtı Fatıma yani Jovana. Okuduğunu belli etmeden günlüğe neler yazabileceğini örnekledi. Sen devlet erkanından sayılırsın, dedi. İçin bunalır. Sultan Orhan’a kızacağın tutar. Ne bileyim, başka bir beyden huylanırsın. Yaz bunları. Yazmak, terapidir derler bizim oralarda. Terapi ne ola, dedi bey. Ruhun merhemi, dedi Fatıma. Elin acıyınca ne edersin? Çaput dolarsın öyle değil mi? Üzülen, sancıyan ruha çaput dolamadır terapi. Bey, beğendi bu kelimeyi. Terapi ha terapi, derken gür sakallarını sıvadı. Jovana devam etti, devletlerin sırrı olduğu gibi insanların da sırrı olur dedi. Günlüğüme ben de yazarım bazen. Bey, manalı manalı baktı. Bakma öyle, dedi Jovana. Her medeni insanın sırları olur. Üstelik başkasına demek zorunda değil. Adam, tabii orası öyle minvalinde şeyler dedi demesine ama işkillendi de. Jovana tam da bunu istemişti. Çaşıtlık kuralı bilmem kaç: Merak uyandır ki başkalarının merakına ulaşabilesin.
Bey, baktı ki Jovana yazdıklarını saklıyor. Kendisi de saklamaya başladı. Saklamaya başladıkça saklanılası şeyler yazmaya da tabii. Ama kız neler yazıyor meraktan da ölüyordu. Bir gün iyice gözledi, günlüğünün yerini öğrendi.
Kız, Sırpça yazdığından hiç anlamadı. Sırp bir terzi vardı. Götürüp ona okutsa olurdu ama şimdi hanımının yazdığını da elin adamına okutmaya içi el vermedi. Çaresiz, yerine bıraktı günlüğü. Ama kendisi coştukça coştu günlüğünde. Ne var ne yok anlattı da anlattı. Anasının sandığının arkasına iyice sakladı yazdıkça da.
“Orhan Bey, tam üç yüz kişiyi yığdı sınıra. Bunlar, Anadolu’nun muhtelif yerlerinden toplanmış gözü kara yiğitler. Kâfir, adımını atsa haber uçururlar. Kâfir başını uzatsa başını.”
“Bugün Sultan’ım devlet olma hayalinden bahsetti. Bu ne ki, dedi. Daha Macar’ın Sırp’ın başına da bineceğiz. Nâm-ı Celil-i Muhammedî’yi taa nerelere götüreceğiz. Sultan’ım bana buyursun git Çin sınırına dayan, dayanırım evelallah.”
“Fatıma’nın defterini okumaya çalıştım yine. Bu kız ne yazıyor belli değil. Kötü şeyler demiyordur da insan anlamadığı lisanla yüzleşince ceddime küfür mü ediyor acaba diye huylanıyor. Doğruya doğru, huysuz anama rağmen iyi duruyor burada. Keşki Sırp lisanını bileydim. Gidinin kâfirleri.”
Bey, yazdı da yazdı. Fatıma pusudaydı ama. Buldu defteri. O yokken iyice okudu. Notlar aldı. Güzelce koydu geri yerine. Sırp yurduna jurnallerini uçurdu. Gidinin çaşıtı.
Bey yazdı, Fatıma uçurdu. Bey coştu, Jovana uçurdu. Başka işi gücü yoktu. İyi kaynak bulmuştu. Orhan’ın en önemli adamlarındandı nasıl olsa.
Sırp kralı, gelen jurnallere göre hamle yapıyordu. Türk yurdunda çok çaşıtı vardı ama en çok Jovana’ya güveniyordu. Dolayısıyla onun dedikleri ilk elden bilgi gibiydi.
Bey, evden çıkınca Fatıma yine günlüğe koştu. Okuduklarına inanamadı. Bey, Sultan Orhan’ın Sırpların üstüne on bin kişiyle gideceğini yazıyordu. Hem de on gün içinde. Hemen istavroz çıkardı. Tanrı korusundu onları. Jurnalin ulaşması zaten bir haftayı buluyordu. Ne yapacaktı şimdi? Evden çıktı hızla. Çarşıdaki Sırp terziye vardı. O da çaşıttı. Durumu anlattı. En kestirmesinden uçururuz bilgiyi, dedi adam güvenle. Merak etme sen. Yalnız kocanın hareketlerini daha sıkı takip et. Ne öğrenirsen bana de bundan kelli. Jovana eve dönerken huzursuzdu.
Eve vardı ki bey, elinde defteriyle Jovana’yı bekliyor. Kız şaşırdı tabii. Erken gelmişsin beyim, dedi. Daha aşım yok. Anam da evde değil. Aç değilim, dedi bey kıza dik dik bakarken. Gel hele. Kız, işkillendi ama çaresiz geçti oturdu karşısına.
“Gel sana günlüğümü okuyayım.” dedi Bey. “Gerçi sen okumuşsundur amma bir de benden dinle.
8 Teşrinievvel
Bir dolu şey okudu bey. Bunların alayı yalandı Jovana, dedi.
9 Cemazeyilevvel
Bunların da alayı yalandı Jovana, dedi.
Böyle böyle bitirdi sayfaları. En sonki yazdığını okuyup katıla katıla güldü Bey. “En çok buna hiddetlendin değil mi Fatıma yok yok artık kesin kesin eminim ki Jovana. Bizde sevgi, aklı başından atan bir şey değildir kâfirin kızı. Sen beni saf mı belledin? Anlamadım mı sandın? Anladım anladım hem de taa en başından da işte insan umut ediyor Müslüman olunca. Belki diyor, döner yanlışından. Mühlet veriyor yani mühlet. De bakalım, seni Sultan Orhan’a teslim etmeden anana babana bir diyeceğin var mı?”
Jovana sessizce Bey’i dinliyordu. Başını önüne iyice eğdi eğdi. Dua eder gibi yumak oldu. Bey dokunmadı kıza. Tanrısıyla konuşuyordu belli. Derken kız, yana devriliverdi. İki eliyle sımsıkı bir hançeri tutuyordu. Göğsünün üstünde.