Tarifi Zor Şeyler

Hacer Uyğur

“Sufle, suflenin kendisi değildir. Sufle, tarifidir.” -Clara Oswald, Doctor Who

Fırını 220 derecede çalıştır ve ısınması için bırak.

Annemin tarif defterindeki talimatı hemen yerine getiriyorum. Fırının ısısını ayarlayıp açma tuşuna bastığımda kafam karışıyor. Annem kadar hızlı yapabilecek miyim diğer adımları? Ya fırın fazla ısınırsa? Öncesinde malzemeleri karıştırıp sonra mı açsaydım acaba fırını? Hiçbir zaman annem kadar hızlı olamadım ki şimdi olayım. Bir zamanlar her şeyde ondan daha iyi olduğumu düşündüğüm, yaptıklarını baştan aşağı eleştirdiğim zaman bile biliyordum bunu. Onun kadar hızlı değildim. Onun kadar fedakar, otoriter ve mantıklı biri de değildim. Ama zaten sevmiyordum onun bu özelliklerini. O böyle biri olduğu için hayatımın ne kadar zorlaştığını düşünüyordum sürekli. Onun hayatının ne kadar zor olduğunu hiç düşünmemiştim. Fırını geri kapatıyorum.

Tereyağını kısık ateşte erittikten sonra çikolatayı ekle ve erit. (3e 1 oranında bitter/sütlü çikolata karıştır)

Küçükken sadece bitterle yapılan sufleler acı gelirdi bana. Sevemiyordum bir türlü. Annemin yapmaktan en çok hoşlandığı tatlı sufleydi. Yemekten de o kadar hoşlanır mıydı bilmiyorum. Belki diğer tatlılara göre daha pratik olması ve evdekilerin bitmek bilmez tatlı taleplerini karşılayabilmesi daha büyük bir etkendi. Sahi, sufle seviyor muydu acaba? Hiç sormadım. Keşke sorsaydım. Neyse. Bir gün annem elinde 6 ayrı sufleyle odama geldi. “Dene” dedi. Tüm suflelere bitter ve sütlü çikolatayı farklı oranlarda koymuş. Aslında en çok yarısı sütlü çikolatalı olanı beğenmiştim ama herkes bitter sevdiği için beni rahatsız etmeyecek kadar acı olanı seçtim. O günden sonra sufleleri hep öyle yaptı.

Eridikten sonra altını kapat. Ununu ekleyip karıştır.

Unu karıştırırken zihnim eski evimizdeki mutfağa gidiyor. Nasıl oluyorsa hep bu aşamada yanına gelirdim annemin. “Anne ben karıştırabilir miyim?” “Olmaz, dökersin. Git içerde oyna hadi olunca ben getireceğim.” “Ama ben yardım etmek istiyoruum.” “Hayır dedim. Bir şey yapınca her yeri dağıtıyorsun. Zaten sizinle uğraşmak yeterince zor değilmiş gibi…” Her seferinde denerdim ama bir kere bile karıştırmama izin vermedi. Üstelik mutfaktan ayrılırken göğsümde bir baskı hissederdim. Bazen de bir tabureye oturup onu izlerdim. Ayağının altında dolanmadığım sürece ses etmezdi.

Ayrı bir kapta yumurta, şeker ve bir çimdik tuzu karışım beyazlayana kadar çırp.

Tuzu eklerken gülümsüyorum. Tatlılara tuz konması hep eğlendirir beni. Yemeklere şeker katılması da öyle. Biraz büyüdüğümde anneme neden tuz eklediğini sormuştum. Şekerin tadını artırıyor demişti. Acı da aynı şeyi yapar mı acaba? Annemle ilişkime biraz acı girerse tatlı günlerin tadı damağımda daha belirgin olur mu? Peki ya onunla yaşadığımız tatlı zamanların hatırası acımı artırırsa? Belki de bu sufleye hiç girişmemeliydim diye düşünüyorum. Etrafı da darmadağın ettim zaten. Karışımın içine bir damla tuzlu gözyaşım düşüyor.

Un-çikolata karışımını ekle. Mikserle çırp.

Malzemeler birbiriyle karışırken anılarımın da birbirine girdiğini hissediyorum. Annemin bana bisiklet sürmeyi öğretişi, komşunun kızıyla gizlice yan mahalleye gittiğim için dövüp odaya kilitleyişi, çok istediğim bebeği alıp ona kıyafetler dikişi, bir tencere yoğurt elimden kaydığı için üç gün benimle tek kelime konuşmayışı… Her şey birleşiyor. Hangi duygunun nerede olduğunu ayırt edemediğim büyük dalgalar haline geliyor. Dalgalar beni yutuyor. Mikserin oluşturduğu hortumumsu görüntü beni büyülüyor. Yeterince karıştığıma emin olduğumda mikseri kapatıyorum.

Sufle kaplarını yağla. Hamuru dök. Fırına ver.

Allahım çok aptalım. Kafam nerde benim? Fırın ısınsın diye geri açmayı unutup fırına koyuyorum önce. Sonra hemen geri çıkarıyorum. Keşke kaç dakika ısıtmam gerektiğini de yazmış olsaydı annem. Onun tüm bunları yapması ne kadar sürüyordu acaba. 5 dakikayı geçmiyordur. Beklerken defteri elime alıp diğer tariflere bakıyorum.

Isınmış fırında 7 dakika piştikten sonra sufleleri çıkar.

Sufleleri fırına yerleştirip 7 dakikaya alarmı kuruyorum. Koyduktan biraz sonra hafif hafif kokular gelmeye başlıyor. Kokunun aşinalığı vücudumu rahatlatıyor. Gözümün önünde 18 yaşındaki halim canlanıyor. Annemle beraber eşyalarımı yurt odasına yerleştirmişiz. Annem geri dönecek ama ben çok korkuyorum. Ne olursa olsun onun varlığı benim için güvenli bir liman. Yokluğunda ne yapacağımı bilmiyorum. Annem korkumu görüyor. Yanıma oturuyor. Eliyle çenemden tutup başımı kendisine çeviriyor. “İyi olacaksın” diyor. “Hepimiz öyle ya da böyle ailemizden uzaklaşırız. Önemli olan bir insanın sürekli yanı başımızda olması değil. Onunla yaşadıklarımızı bilmek, onun sevgisini bilmek, varlığını hissedebilmek yeterli. Seninle bir dizi izlemiştik ya, kız şey diyordu: Sufle, suflenin kendisi değildir. Sufle, tarifidir.” Gülüyorum. “Nedense hiç şaşırmadım bu sözü hatırlamana.” diyorum. Annem de gülüyor. “Bu dönemi atlat sana sufle tarifimi vereyim” diyor. “Tek tarif yetmez, defteri istiyorum.” diyorum. Birkaç saniye ciddi miyim değil miyim anlamaya çalışır gibi yüzüme bakıyor. Ben de gülümsememi korurken ciddi bir ifade takınmaya çalışıyorum. Sonunda başını sallıyor. “Defter senin, ama şimdi değil. Ben ölünce. Sana bırakacağım.”

Alarm çalıyor. Hızla fırın kapağını açıp sufleleri çıkarıyorum. Soğumaları için beklerken bir yandan da anlamaya çalışıyorum. Annemin sufleleri gibi olmuş mu?