Aralığın Kıvamı

Dilber Yeliz Yılmaz

Hava yavaşça kararırken Tahir ocağın altını yaktı. Yanmaz yapışmaz tavayı ocağa koyup içine yarım kilogram kaymağı bıraktı. Camların buğusu, yasın ince tülü gibi içeriyi gösteriyordu. Onun içindeki özlem yangınını, yitikliği kim tanımlayabilirdi ki? Onu tam dilediği gibi kim anlayabilirdi ki? Islak mont kokusu kapı eşiğinde kesilip mutfağa sinen sessizliğe karıştı. Hafiften eriyen kaymağın üstüne bir litre sütü usulca döktü. Evin beyaz hafızası, Bolu soğuğunun kalınlaştırdığı sükûneti ısıtıp yaydı. Tavanın içinde duyduğu kokuyu annesinin kokusu sandı. Tahta kaşık, dili tutulmuş cümleler gibi tavanın dibini dolaştı. Sonra Tahir, su bardağının ağzından unu yavaş yavaş ekti. Anıları toz toz serpmezsen topaklanırdı, hızlı dökersen bir anda boğazına otururdu. Alev, evden eksilen sıcaklığın borcunu öder gibi kıpırdadı. Tahir karışımı karıştırdı. Karıştırdıkça yalnızlığının rengi koyulaşmaya başladı. Tezgâhın kenarındaki sararmış kâğıda gözü takıldı: “1 çay kaşığı tuz.” Tatlıya tuz mu? Kirli sakalını kaşıdı. Kenar notuna baktı:

“Tuz, kıyır kıyır olsun diye.”

Annesinin ses tonuyla okudu, gözleri doldu.

Tuzluktan çay kaşığına döktüğü birikintiyi bakışlarıyla tartarken:

“Bugün o mis kokulu tarifi yapacağım.”

Tahir, kaşığa aldığı tuzu tam ölçüsünde serpti. Sakince ocağın altını kıstı. Yıl dönümlerinin nabzı gibi yüksek olmayan inatçı bir ısıyla tavanın altı usul usul kızmaya başladı. Tahir, zamanı tavanın içinden takip etti. Bir saat boyunca ara ara karıştırdı, dibi tutmasın diye tahta kaşığı sürekli çevirdi.

Karıştırırken aklına anne ve babasının paylaştığı sofralar, sorumluluklar, yükler olduğu ama paylaştığı ortak duygular olmadığı geldi. Anne ve babası hiç iki yalnızlık arasında bir köprü kuramamıştı. Rutinleşmiş bir evliliğin meyvesi olmak ne ağırdı.

Süt buharlaştı. Adını anmadığı bütün öksüz aralık ayları havaya karışıp burnuna geri döndü. Karışım göz göz oldu. Küçük fokurtular işaret fişeği gibi yüzeye vurarak kendini belli etti. Tavadaki koyulaştı, renk aldı, kavruldu. Soğuğu yemiş bir günün sonunda yüzüne geri dönen kan gibi karışıma da kahverengilik geldi. Mutfak saati ağır ağır ilerliyordu. Telefon ekranında “Akşam uğrar mısın?” yazan mesaj taslağını açtı. Baktı. Göndermedi.

Annesinin yokluğunda öksüzlüğünü kemiklerine kadar hissettiği kaç aralık geçmişti?

Kaçtır burnunun direği sızlıyordu?

Kaç aralık ayı öksüzdü?

“Tatlıyı diri tutan azıcık tuzdur; evi diri tutan da.” diye mırıldandı.

Anacığının sözüydü. Küçük çatışmalar olmazsa bir tutam tuz olmayınca tatlının dağılması gibi ev de dağılırdı. Mırıldandığı söz, kaşığın dairesiyle aynı yoldan geçti. Buhar perde perde yükselirken anılar topaklanmasın diye sabırla hamuru çevirdi. Kıvam yerini bulduğunda kaşıkla şekil vermeye başladı. Söyleyemediklerini, bastırdığı düşüncelerini yüzeye çıkarır gibi her kıvrımı usulca düzeltti. Her hareketinde annesinin tarifine biraz daha yaklaşıyordu.

Tavayı sapından kavrayarak hoplattı, tavanın içindekini tek hamlede ters çevirdi. Hamurun diğer yüzü de usul usul kızarmaya başladı. Bugün annesinin ölüm yıl dönümüydü. Telefon ekranından babasına kısa bir mesaj yazdı:

“Gel.” Gönder tuşuna bastı. Bu kez gerçekten gönderdi. Hemen sonra dış kapının dışındaki koridorda annesinden kalma anahtarlığın tanıdık şıngırtısı duyuldu. Kapı eşiğinden içeri soğuk bir hava bulutu süzüldü ve kapı usulca örtüldü. Tahir, iki tabağı tezgâhın kenarına bıraktı. Kaşığın izi tavanın dibinde ince bir halka daha çizdi. Tavanın içindeki kıvam aldıkça buhar da yavaş yavaş geri çekildi. Diğer taraf da kızarıp sükûnete erince Tahir ocağın altını kapattı. Mutfak saatinin tik takları kısık ateşin yerini aldı.

Mutfak artık anının, mutfak artık bir ananın kokusunu yayıyordu. Tahir kendi kendine:

“Annemin eli değmiş gibi bir höşmerim oldu. Onun en iyi yaptığı tatlıyı yaparak ona olan özlemimi gideririm inşallah. Yiyelim de sonra ruhuna Yasin okuyayım.”

Tahir höşmerimi tabaklara aldı.

Dışarıda kar yağıyordu; içeride bir tatlının kokusuna sığınmış iki kalp ısınıyordu.

Kar toprağı, höşmerim ise yılların aralığını örttü.

Baba oğul tabaklarındaki höşmerime bolca toz şeker döküp yediler.