Güngüzü Kavmi yer altında yaşıyordu. Onlar için gün hep geceydi. Karanlığı aydınlık sanıp, toprağın ağır kokusuna alışmışlardı. Dar geçitleri, taştan yığma evleri, ara sıra oturup sohbet ettikleri kayalardan oluşan parkları onların yaşam alanıydı. Tek ışık kaynakları titrek mumlardı. Güneşin varlığını biliyorlardı. Sıcak olduğunu, binlerce mumdan daha aydınlık olduğunu biliyorlardı. Ancak görememişler ve hissedememişlerdi. Gündüz ve gecenin olduğunu biliyorlardı ancak farkını bilmiyorlardı.
Dedelerinin anlattıkları efsanelere göre Güngüzü Kavmi yıllar yıllar önce yerin üstünde, yeryüzünde, koca dağların arasında, yemyeşil vadilerin ortasında, rengarenk çiçeklerin, şırıl şırıl akan şelalelerin kenarında yaşamışlardı. Masmavi gökyüzü, sonsuzluğa uzanan ufuklar, cıvıldayan kuşlar, türlü türlü meyve veren ağaçlar, serin rüzgarlar, çiseleyen yağmurlar, lapa lapa yağan karlar… Doğanın ritmiyle yaşayan Güzgözü Kavmi güneşin doğuşuyla uyanır, akşam olup güneş batınca ay ışığında oturur yaşadıkları güne şükredelerdi.
Kavim büyük bir savaştan kaçarken bu yer altına sığınmıştı. Anlatılanlara göre düşman neferleri Güngüzü Kavmi'nin sonunu getirecekti. Köyleri yaka yaka geliyorlardı. Kara bulutlar gökyüzünde dolanırken bir çözüm aradılar. Sözü geçen büyükler bir araya gelip istişarede bulundular. Vakit azdı, düşman yamandı.
Bir plan yaptılar. Keşif için çıktıkları bir günde gördükleri mağaraya sığınmaya karar verdiler. Bir müddet orada kalıp yeryüzüne çıkmaktı amaçları. Çoluk çocuk, genç-yaşlı, gün doğmadan sessizce evlerini terk etti. Soğuk havayla korku birleşince vücutlarının titremesine engel olamıyorlardı.
Dar geçitlerden geçip mağaranın en derinlerine ilerledikçe karanlık artarken taş duvarlar, damlayan su sesleri onları daha çok ürküttü. Ancak hayatta kalmanın tek yolu orada kalmaktı. Mağaranın derinlerinde, yaşayabilecekleri büyük bir alan bulduklarında oraya yerleştiler. Günler, aylar sonra artık tehlikenin geçtiğini düşündüler. Toplanıp gitmek için yola çıktıklarında yürüdüler yürüdüler ancak bir türlü çıkışa ulaşamadılar. Geldikleri güzergahı not etmişlerdi ancak yollar değişmişti. Anlam veremediler yanlış yazdıklarını düşündüler. Çıkış aradılar. Yoruldular. En sonunda yer altına giden başka bir geçit buldular. Geçide girdiklerinde kaldıkları yerden daha büyük bir alanla karşılaştılar. Taşların kabin halide yığıldığı ev gibi yapılar vardı. Sözü geçen büyükler bir kez daha istişare edip yeni bir karar aldı. Kavim'den yiğit delikanlılar seçilecek ve geçiti bulmak için ayrılacaklar. Kavim ise onlar dönene kadar bu alanda bekleyecekti.
Yıllar oldu, giden yiğit delikanlılar geri dönmedi. Güngüzü Kavmi yer altında yaşamaya alışmak zorunda kaldı. Yeni nesiller topraklarını bilemediler. Güneşi göremediler.
Ayla da güneşi göremememişti. Güngüzü Kavmi'nin artık neden yeryüzüne çıkmak için çabalamadığını anlayamıyordu. O çıkmak istiyordu. Annesine söylediğinde iyi bir azar işitmişti. Ancak durmaya niyeti yoktu. Oradan gizlice uzaklaşacaktı. Herkesin uyuduğu bir vakit çantası hazırlamaya başladı. Yedek mumlardan biraz çantasına doldurduğunda altlık bulamamıştı. Annesinin uyuduğu yerde olduğunu biliyordu ancak oraya girmeyi göze alamadı. Tabak almaya karar verdiğinde duyduğu ayak sesleri paniklemesine sebep oldu. Bu sırada gözüne çarpan küçük tencereyi kaptığı gibi evden uzaklaşmaya başladı. Sessiz adımlarla yürüyordu. Uzaklaşmaya başladığında aldığı mumu yakıp tencerenin tabanına koydu. Daha önce gördüğü ama kimsenin geçmediği bir geçitten içeriye girdi. Dar geçitte bir müddet yürüdükten sonra gözü bir anlık muma takıldı. Tencerenin üst yüzeyinde yazılar belirtmişti. Dikkatle yazıya baktığında gördüğü yazı gündüze kavuşma biletiydi: ÇIKIŞ BANKIN ÜZERİNDE.
Bu tencere nereden, kim tarafından, nasıl gelmişti bilmiyordu. Heyecandan düşünemiyordu da. Bildiği tek bank ortak alandaki kayaydı. Geri dönüp ona bakacaktı. Kimseye yakalanmadan geri döndü. Hele bir kendisi çıksın buradan sonra dönüp kavmini çıkaracaktı. Banka vardığında elindeki mumu kayanın üzerinde dolaştırdı. Alt kısmında beliren yazıları gördüğünde zafer gülümsemesi dudaklarına yayılmıştı. Çantasından çıkardığı kağıda not aldı.
“Geçitten geç, uzunca yürü. İlk sağdan dön. Altı yüz otuz yedi adım git sağa dön. Elli beş adım yürü. Su sesini takip et…”
Ayla tekrar geçitten geçtiğinde şanslı olduğunu düşündü. Hem çıkışı çabucak bulmuştu hem de kimseye yakalanmamıştı.
Elindeki talimata uyarak yürüyordu. Saatler geçmişti yola çıkalı. Talimatta yazana göre üç bin adım sonra yeryüzüne açılan kapıyı görecekti. Yorgunluğunu kendine dayanak yaptı yürümeye devam etti. Saatler sonra son adımı da attığında etrafına baktı. İlk bakışta bir geçit göremedi. Ancak elleriyle duvarlara dokunduğunda küçük bir aralık fark etti. Kazımaya başladı orayı. Kazdıkları kazıdı ta ki yukarıya çıkan bir merdiven görene kadar. Hemen kendini geçitten içeriye attı ve merdiveni tırmandı. Tahta bir kapı vardı. Kapının sağındaki oyuktan içeriye gelen küçük ama yoğun ışık huzmesi yeryüzüne ulaştığını kanıtıdır. Hiç düşünmeden üstündeki çıkıntılardan tutup kendine doğru çekti. Ancak açılmadı. Üzerinde bir kilit sistemi olduğunu anlamıştı ancak daha önce böyle bir sistem görmemişti. Yeryüzüne ait bir sistemdi bu. Yerde gördüğü demir bir parça dikkatini çekmişti. Onu eline aldığında bu kapı ile alakalı olduğunu anlamıştı. Bir yandan elindekini bir yandan da kapıyı inceliyordu. Elindeki demirin o küçük oyuktan girebilme ihtimalini düşündü. Aklına yatmıştı bu. Demiri oyuğa yerleştirdiğinde yerine oturmuştu. Ancak kapı açılmamıştı. Elindeki demiri sağa sola oynatırken birden demir dönüverdi ve kapı açıldı. Aralık kapıdan içeriye giren ışık gözlerini kamaştırmıştı. Alışmaya çalıştı ışığa ve yavaş yavaş kapıyı açtı. Gözleri kısıktı. Uzunca bir süre etrafını gözleyemedi.
Gözü ışığa alıştığında ona anlatılan yeşil çimleri, masmavi gökyüzünü göremedi. Puslu bir gök, sert biz zemindi gördükleri. Hissettiği rüzgarın serinliği değil sert bir duman kokusuydu. Kuş cıvıltıları yoktu. Hızla geçen garip sesler çıkaran araçlar vardı. Ellerinde dikdörtgen nesnelere bakan insanlar vardı. Gözlerini ondan ayırmıyorlardı. Birbirleriyle konuşmuyorlardı.
Ayla nefesini tuttu. Ona anlatılan yeryüzü böyle değildi. Güneşi göremiyordu. Güngüzü Kavmi haklıydı belki de yer altında kalmak için. Asıl tutsak olanlar buradaydı sanki. Ayla geri dönmek istedi. Arkasını döndüğünde geldiği kapı yoktu. Taş duvar dümdüzdü. Geldiği kapı sanki hiç yoktu.
Yüreği sıkıştı. Karanlıkta sıkışmayan yüreği ışığın içinde, sonsuz gökyüzünün altında daraldı.