Tencere Tava Havası

Hacer Çiftçi

Sekme 2

Elimizdeki kaşıkları tencerelere vura vura yürüyorduk. Önde şaman dedemiz kendinden geçmiş bir vaziyette dans ediyor, gözleri kapalı olduğu halde hiç takılmadan köyü bir baştan bir başa adımlıyordu. Arada bir havada takla atıp yine iki ayağının üstüne düşüyor, elindeki davulu çalıp garip sesler çıkarıyordu. Uzun örgülü saçları terden yapış yapıştı. Kan çanağına dönmüş gözleri ile arada bir hepimizi tarıyor, delici bakışları sanki göğsümüzden girip sırtımızdan çıkıyor nefesimizi kesiyordu. Üç adım gerisinden giden genç şaman adayı, saygıyla onu izliyor, arada bir kendinden geçip sara nöbetine benzer bir hal alıyordu. Biz arkada korkulu gözlerle tencere tava çalmaya devam ediyorduk. Erkekler evde genç kadınları korumak için görevlendirilmişti. Bizim arkamızda, gözlerine kapkara sürmeler çekmiş kavmimizin yaşlı kadınları hep bir ağızdan ağıtlar yakarak, maniler söyleyerek geliyordu.

Alkarısı Alkarısı,

Alsın seni Abası,

Kör kuyular kurusun,

Alkarısı uyusun…

Tam bir yıldır köyde gebe kadınlar çocuğunu düşürüyordu. İlk çocuğuna gebe kalanlardan tutun da dokuzuncu çocuğunu doğuracak olan kadınlara kadar hepsi en az birer çocuk düşürmüştü bu bir yıl içinde. Ne yapıp edip doğan çocukların hepsi de sakattı. Tövbe estağfurullah! Birinin neye benzediğini anlattıklarında bir hafta uyuyamamıştım. Yüzünde üç gözü vardı, kulakları yoktu, parmaklarının sayısı belli bile değildi. Ebe kadın çocuğu görür görmez bir çığlık atıp bayılmış, üç gün kendine gelememişti. Çocuğu öldürmekten korkmuşlar, kurda kuşa yem olsun diye gözlerden ırak bir yere bırakmışlardı. İki gün sonra köyün delisi çocuğu kucaklayıp getirmiş, babasının kucağına koymuştu. Babasının korkudan dili tutulmuş, çocuğu yere düşürünce bir de deliden adam akıllı dayak yemişti. Bu deli çocuğu evine götürmüş, hergün birinin koyununu sağıp çocuğu besliyordu. Birgün pencereden çocuğu görmek isteyen biri, çocuğun evin içinde koşa koşa oynadığını bugüne kadar güldüğü görülmemiş bu delinin de arkasında kahkahalarla koştuğunu görmüştü. 3 aylık çocuk koşa koşa oynuyor diye anlatınca köylüler evlerine çekilmiş, günlerce işi gücü bırakmışlardı. Kadınlara Alkrısı’nın musallat olduğundan emindik şimdi de azaların köyü esir aldığından.

Azalar harabe yerleri severdi. Eh burası da çok mamur değildi. Bazen insan bazen hayvan kılığında aramıza karıştıkları korkusuyla köye artık çerçiler ve tüccarlar dahil kimseyi almamaya karar verdiler. Ana besin kaynağımız olan hayvanlardan da uzak duracaktık. Hangisinin içinde aza vardı ne bilelim!

Şimdi köyde korkulu bir sükunet hakimdi. İnsanlar hayvanların bakımını yapmazlarsa başlarına kötü şeyler gelmesinden, beslerlerse de içlerindeki kötü ruhu büyütmekten korkuyordu. Hayvan yemleri dualar eşliğinde veriliyor, sonra ağıllardan hızla uzaklaşılıyordu. Kapılar hep kilitli, perdeler çekiliydi. Ot yemekten güçten düşen köylü çelimsiz çelimsiz evlerinin içinde volta atıyordu. Köye sakin bir hava çökmüştü. Yine de herkes aynı şüphelerle şamanın neden hala bir şeyler yapmadığına söyleniyordu, bazen sesler evlerden taşıp sokaklarda yankılanıyordu. Evden ağıla, ağıldan eve yol aşındıran köylüler yavaş yavaş cesaretini toplamış, şamanı ziyaret etmeye başlamışlardı. Hala neyi beklediğini soran mı dersin, bir şeyler yapmazsa başka köylerden şaman çağıracaklarını söyleyen mi? Bir kaç kişi iki köy arasında, köhne tahta kulübesinde yaşayan Asiye anaya gitmeleri gerektiğini bile söylemişti.

Asiye ana. Bir zamanların anlı şanlı büyücüsü, köyün kadim şaman anası… Ünü komşu köylere taşmış, kendi zamanında gittiği her yere huzuru ve iyiliği götürmüş bu nefesi kuvvetli kadın, şaman dedenin köye gelmesiyle gözden düşmüş, kapısı çalınmaz olmuştu. Şaman dedeyi büyük hürmetle karşılayıp ağırlamış olmasına, onunla en gizli tariflerini paylaşmasına rağmen gadre uğramış, köylü bu adamı bağrına basarken Asiye ananın kapısını çalmaz olmuştu. Yaşlı kadınlar hala her gün yemeklerini onunla paylaşıyor, ona saygıda kusur etmiyorlardı am erkekler bu güçlü kuvvetli adamın etkisine çoktan girmişlerdi. Asiye ana da gönlüne küsmüş, bir gece sessiz sedasız köyü terk etmişti.

Demir ustası olan bu yeni şaman, üç erkek gücünde, heybetli, kara gözleriyle baktığı yeri kurutan, gür sesiyle ve dev gibi heybetiyle düşmana korku salan bu davetsiz misafir, artık köyün yeni şamanıydı. O geldiği gün doğan erkek çocuğunu hediyelerle ziyarete gitmiş, “Bu çocuk şaman soyundan geliyor, onda tanrının ruhundan nefes var, beş yaşına geldiğinde bunu bana teslim edeceksiniz. Onu bildiğim ve bilmediğim tüm kutsal bilgiyle donatacağım. Kurtuluşunuz bu çocukta.” demişti. Gerçekten de bu çocuk doğduğunda herkes onu görmek için sıraya girmiş, doğar doğmaz heybetiyle namı yayılmıştı. Küçücük çocuk olmasına rağmen saygıyla büyütülmüş, beş yaşına bastığı gün şaman dedeye teslim edilmişti. Şimdi 15 yaşına gelmiş, saçlarını uzatmaya, gözlerini sürmelemeye başlamış, şaman dedenin eli ayağı olmuştu…

Şaman dede, Asiye ananın kapısına gidileceğini duyunca evinden çıkmış, elindeki asa ile tüm kapıları çalmıştı. Bu onun köylüyü davet şekliydi. Dakikalar içinde herkes köy meydanında toplanmıştı. Şaman dede, kötü ruhları kovacaktı, herkes bakır tencerelerini alıp gelsin diye emir buyurdu. Biz çocuklar korkulu bir neşeyle evlerimize koştuk. Çünkü tencere çalmak bizim işimizdi. Şaman dede önde biz arkada sıralandık.

Köyü baştan başa iki defa dolaştıktan sonra, şaman dedeye bir şey oldu. Dizlerinin üzerine çöküp göğe bakmaya başladı. Biz korkumuzdan başımızı kaldıramadık tabii. Bir süre öyle mırıldana mırıldana baktıktan sonra sırtına astığı davulu yere bıraktı, asasına yaslanıp kalktı. Biz köye döneceğimizi düşünürken o arkasını dönüp yürümeye başladı. Yürürken asasını yukarı doğru savuruyor, asa yılan gibi kıvrılıyordu. Biz doğru mu yanlış mı yaptığımızı bilmeden tencere çalmaya devam ediyorduk. Yolun sonu Asiye ananın evine varıyordu. Eve yaklaştıkça arkamızdaki kadınların sesi ümitvar bir neşeyle çıkmaya başladı. Ağıt yakıyorlardı ama sanki ninni söylüyor gibi anaç ve şendiler. Asiye ananın evine yaklaştıkça sanki hava aydınlanıyor kasvetli gece kayboluyordu. Şaman dede yorgun adımlarla son köşeyi döndü, onlarca mumla aydınlanmış bahçe kapısında onu gördük. Beyaz tülbentinin altında ikiye ayrılmış beyaz saçlarıyla karşıladı bizi.

Dizlerinin dibinde gözyaşlarıyla dinliyordu yaşlı kadınlar onu. Kurban istiyor dedi Asiye ana. On beş yıldır kurban sunmadınız. “Her evden bir koyun verelim.” dedi kadınlar. “Yetmez” dedi Asiye ana. Bahçelerimizdeki ürünleri bırakalım sunağa dediler. Başını iki yana salladı. En son bir erkek çocuğunda karar kıldılar. Gözlerimiz yerinden çıkacaktı, nefesimizi alıyor veremiyorduk. Hangimiz seçilecektik diye korkuyla adım adım geri gitmeye başladık. Korkuyla şaman dedeyi aradı gözlerimiz. Şaman dede gitmiş dedi biri. Başını iki yana salladı Asiye ana ve gözlerini karşıya dikti. Şaman dede, yanında köyün delisi, kucağında üç gözlü oğlan çocuğuyla yanımızdan geçip karanlığa karıştı…