Çiğdem Belediyesi

Hasan Hüseyin Tekin

Uca Kavmi, deniziyle ünlü, güneşiyle övünen, taşına toprağına methiyeler düzülen bir diyarda yaşardı. Rivayete göre eskiden bu şehir, şiirlerin ilham kaynağı, ressamların tuvali, filozofların bile uğrak yeriymiş. Ama şimdilerde kentin üzerine sinmiş tek koku vardı: lağam. Öyle keskin bir kokuydu ki, martılar bile kanat çırparken mendil takıyordu gagalarına.

Çöpler sokaklarda dağ gibi birikiyor, sıcakla birlikte bu dağlardan dumanlar tütüyordu. Halk arasında bu dumanlara “Çöp Yanardağı” deniyordu. Yanardağ lav yerine sinek püskürtüyor, kavmin sabrını eritiyordu.

Bütün bunların göbeğinde, kentin başına bela kesilmiş bir yapı vardı: Çiğdem Belediyesi.

Çiğdem Belediyesi’nin derdi, ne çöp dağıydı, ne lağam kokusu, ne de sık sık patlayan elektrik hatlarıydı. Onlar “sanatla halkı buluşturmak” gibi büyük ideallerin peşindeydi. Ne zaman bir sorun dile getirilse, belediye yetkilileri ellerini şair edasıyla iki yana açıp, “Sevgili kavmimiz! Evet, elektrikleriniz kesiliyor olabilir. Ama bakınız, sizin için denize karşı bronzdan yapılma ‘Uçan Çiğdem Heykeli’ diktik. Ruhunuz aydınlansın yeter!” derlerdi.

Bir başka gün su basar, belediye yetkilisi kürsüden halka seslenirdi: “Su borularına yatırım yapamadık ama size kocaman bir soyut sanat enstalasyonu getirdik: ‘Ters Duran Sandalye’. Halkımız bunu görünce tüm dertlerini unutur.” Tabii kimse unutmuyordu. Çünkü sandalye ters, ama kavmin hayatı dümdüz batıyordu.

Elektrik kesintileri artık günlük hayatın rutini haline gelmişti. Kavim, elektriklerin gelmesini sürpriz sayar olmuştu. Bir gün elektrik o kadar uzun süre gelmedi ki, buzdolaplarındaki yiyecekler “kendi kendini pişirip” bozuldu. Kavmin çocukları annelerine, “Anne yemek kokuyor” dediğinde, anneler çaresizce, “Hayır yavrum, bu koku yemek değil, sokaktan gelen lağamın kokusu” diyordu.

İlginçtir ki, Çiğdem Belediyesi bu kesintilere de sanatsal bir anlam yüklemişti. Başkan bir gün halka şunları söyledi: “Elektrik kesilmiyor sevgili kavmim, size ücretsiz sahne deneyimi yaşatıyoruz. Bu bir performans sanatıdır: ‘Karanlıkta Buluşmalar’. Katılım zorunlu değil, ama mecburi.”

Uca Kavmi bir yandan karanlığa alışmaya çalışıyor, diğer yandan mum piyasasını şaha kaldırıyordu. Marketlerde mum rafları boşalıyor, kavim birbirine mum hediye eder hale geliyordu. Artık doğum günlerinde bile pasta üzerindeki mumları üflemek yerine “Bir daha elektrik gelsin diye dilek tut” ritüeli başlamıştı.

Bir akşam, kavimden biri sokakta şöyle bağırdı: “Arkadaşlar, mum ışığında oturmak romantiktir ama ben eşimden sıkıldım! Ben televizyon ışığında kavga etmek istiyorum!” Bu feryat, kısa sürede sokaklara yayıldı.

Çöpler büyüyor, lağam kokusu şehri esir alıyor, elektrik yok, su arada sırada geliyor… Derken bardağı taşıran son damla yine Çiğdem Belediyesi’nden geldi. Belediye, şehrin göbeğine 25 metrelik dev bir heykel dikti: “Elektrik Kesintisini Temsil Eden Ampulsüz Lamba”. Açılışta belediye başkanı gururla şunları söyledi: “Bakınız, bu eserimizde ampul yok. Çünkü biz, halkımızın kendi ışığını bulmasını istiyoruz.”

Halk bu sözleri duyunca önce kahkaha attı, sonra gözleri doldu. Çünkü gerçekten de tek ışıkları artık kendilerinin yaktığı mumlardı.

Sonunda sabır taşı çatladı. Uca Kavmi mum ışığında toplanmaya karar verdi. Ellerinde tencere, tavalarla sokaklara indiler. Gürültüyle çaldılar: “Tıng tıng tıng!”

Bütün şehir, lağam kokusu eşliğinde, çöplerin gölgesinde, elektriklerin yokluğunda çınladı. Herkes balkonda, pencerede, sokakta… Bir tencere senfonisi başladı. Kavim, karanlığın içinden dayanışmanın melodisini çıkarmıştı.

Ama Çiğdem Belediyesi’nin yorumu, her zamanki gibi bambaşkaydı. Ertesi sabah gazetelere şöyle bir açıklama düştü: “Sevgili kavmimiz dün gece eşsiz bir sanat performansına imza attı. Mum ışığında gerçekleştirilen ‘Metal Ritmler Konseri’ ile şehrimiz bir kez daha sanatın başkenti olduğunu kanıtladı. Tencereler ve tavalar, halkın içsel ritmini yansıttı. Bu organizasyon için ayrıca teşekkür ediyoruz. Bir dahaki sefere, belediye olarak biz de heykel desteği sağlayacağız.”

Ve işte böyle, Uca Kavmi’nin haklı öfkesi, yine sanat diye paketlenip raflara kaldırıldı. Elektrik hâlâ yoktu, lağam hâlâ kokuyordu, çöpler hâlâ dağdı. Ama şehirde yeni bir heykel daha yükseliyordu: “Mum Yakan Adam”.

Uca Kavmi mumlarıyla oturmaya devam etti; çünkü burada ışık ancak kendilerinin yaktığı mumdaydı, gerisi ise kendi seçtikleri belediyenin sanatsal illüzyonuydu.