Vuruldum Huzurumdan

Hacer Uyğur

Benim için bu hayattaki en önemli şey huzurdur. Huzur adına bildiğim her şeyi yaptım. Meditasyon, yoga, pilates dersleri aldım. Tüm topraklanma çalışmalarını öğrendim, yetmedi toprağın doğrudan kendisiyle uğraştım. Piyasadaki kendine yardım kitaplarının hepsini okudum, içinde yazanları yaptım. Tasavvufa merak sardım, öz şefkatle ilgilendim, affetme kursları bile aldım.

Yaptıklarım kadar huzurum kaçmasın diye yapmadıklarım da var. Hayatımda bir kere bağırmadım, kavga etmedim. Kimseyi eleştirmedim. Bana verilenden fazlasını istemedim. Bana verilmeyene şöyle göz ucuyla bile bakmadım. Ve hayatım boyunca bir kere bile olsa başkası ne der diye düşünmeden kendime göre seçim yapmadım. Zaten yapmak istesem de neyi seçeceğimi bilemezdim. Karşıdakinin gözünün içine bakar, neyi seçmem gerektiğini anlamaya çalışırdım.

Dedim ya, huzurum her şeyden önemliydi. Tabii siz de “huzuru olan bir insan huzurlu olabilmek için tüm bunları yapmaz” diyebilirsiniz. Haklı da olursunuz herhalde. Belki de hiçbir zaman sahip olmadığım bir şeyi elde etmek içindi tüm çabam. Olabilir. Zaten ömrüm boyunca hiç sükunet ve huzur dolu bir ortamda bulunduğumu söyleyemem. Aile evinde gece gündüz süren kavgalar, üniversite yurdunda sürekli bağırıp çağıran oda arkadaşları derken 22 senemi birbiriyle hiç anlaşamayan insanların kavgasını dinleyip kendi köşeme çekilerek geçirdim.

Üniversitenin sonuna doğru, tekrar o eve dönmemek için ne yapabileceğimi düşündüğüm bir gün yollarım onunla kesişti. Dalgınlıkla elimden düşürdüğüm çantamı almak için benden önce atıldı, yüzünde dünyanın en anlayışlı gülümsemesiyle bana bakıp “buyrun” dedi. Utanmıştım, teşekkür edip çantanın elimden kaydığını söyledim. Söyler söylemez daha da çok utandım. Ne gerek vardı ki bunu eklemeye. Ama onun gülümsemesi derinleşmişti. “Dalgın görünüyorsunuz, bir sorun yoktur umarım” dedi. Bir yabancının sahte samimiyetle söylediği sözleri bilirdim, onları en çok ben kullanırdım çünkü. Bu öyle bir şey değildi. Endişelenmiş gibi, önemsiyormuş gibi hatta ben söylemeden derdimi anlıyormuş gibiydi. Belki de sadece ses tonundaki hafif ilgiye yüklemek istediğim tüm ihtiyaçlarımı koymuş, bu yabancıyı da onları karşılayabilecek bir adam haline getirmiştim zihnimde.

Hayatımdaki en güzel günlerden biriydi. Beni anlatmaya teşvik edişi, bir yere oturup muhabbet etme teklifi, konuşmamızdaki coşku ve tanışıklık… En önemlisi de bana hissettirdiği huzur. Daha birkaç saattir tanıdığım bu adamın yanında kendimi öyle huzurlu hissetmiştim ki… Ben bile anlayamıyordum yaşananları. Tek bildiğim bu adamı tanımak bir bariyeri yıkmış, dönüşü olmayan bir akıntıya kapılıp gitmeme neden olmuştu. Nereye gittiğimi hiç umursamıyordum. Kendimi suya bırakmıştım.

Birkaç ay içinde yüzükler takıldı. Memleketim çok uzaktı, evlenmezsek görüşmemiz çok zor olacaktı. Hem ondan uzakta kalmak hem de ondan uzakta kaldığım yerin annem ve babamın yanı olması düşüncesi tahammül edilemez geliyordu bana. O yüzden evlenmekten bahsettiği ilk andan itibaren ne kadar istekli olduğumu belli etmiştim. O gün masadan kalktığımızda, nikah masasına oturma tarihimiz belliydi. Her şey onun istediği gibi oluyordu ama benim de canıma minnetti zaten. Hiçbir zaman bir şeylere karar veren kişi olmak istemedim. Büyük bir sorumluluk gibi gelirdi bana. Geçmişe dönüp baktığımda, onu sevmemin en büyük sebeplerinden biri bu gibi geliyor. Benim için her şeyi halleden ve kendi huzurlu köşemde yaşamama izin veren bir adam. Daha ne isteyebilirdim ki? Bir rüyayı yaşıyordum.

Bu rüya birden uyanılan türden değildi. Belki de ben uyanmak istemiyor, alarmı erteleyerek uykumu uzatmaya çalışıyordum. Ama her erteleyişimde uykunun kalitesi düşüyordu. Rüya kopuklaşıyor, anlamsızlaşıyordu. İronik bir şekilde, her şey bir gece bizi uyandıran o telefonla başladı. Ekrana bile bakmadan aramayı cevapladığında karşıdan bağıran bir kadın sesi duyuldu “Bunu nasıl yapabildin Ersin?” dedi ses. Telaşlı hareketlerle çarşafı bana doğru ittiğini hissettim. Sonra hızla odadan çıktı. Yarı açık gözlerim biraz daha açılmış zihnimle geri dönmesini bekledim. İçeri girer girmez ne olmuş diye sordum. “Yanlış numaraymış hayatım, sen uyanma diye hızla odadan çıktım ama uyandırdım sanırım. Kusura bakma.” deyip alnıma ufak bir öpücük kondurdu. İkna olmuştum. Adı Ersin değildi sonuçta. Ve her zaman benim rahatımı düşünen bir adamdı o. İçim rahat bir şekilde uykuma döndüm. Yine de bu olaydan sonra telefon konuşmalarına daha çok dikkat ettim. Benim dikkatimin arttığını fark etmiş gibi o da konuşmaları daha çok gizlemeye başladı.

Sonra bir gün polisler geldi. Evde tektim, onun gelmesine daha vakit vardı. Kocamın dolandırıcılık suçundan arandığını, emniyete teslim olması gerektiğini söylediler. Şok olmuştum. Defalarca onu arasam da ulaşamadım. Gözyaşları içinde ve ne yapacağını bilmez halde beklerken kapı açıldı. Gülerek içeri girdi. Korkuyla olanları anlattığımda da gülmeye devam ederek bir yanlış anlaşılma olduğunu, hallettiğini söyledi. Rahatlamıştım ama bir yandan da güvenli dünyamın çatırdadığını hissediyordum. Zaman geçtikçe kafamı karıştıran, dünyamı sarsan olaylar artıyordu. Elimden ise çatlakları sıvamaktan başka bir şey gelmiyordu.

Bu satırları yazdığım günün sabahında her şey açığa çıktı. Normalde bilmediğim numaralardan gelen aramaları açmasam da bu sabah ısrarla gelen aramaya dayanamayıp telefonu cevapladım. Bir kadın sesi geldi karşıdan. Adımı biliyordu. Israrla buluşmak istedi, söyleyeceği çok önemli şeyler olduğunu, kocamla ilgili olduğunu anlattı. Kadınla konuşurken, tüm güçleriyle beni kollarımdan zıt yönlere çeken iki kişi canlandı gözümde. Bir tarafım dayanamıyordu. Gitmek ve öğrenmek istiyordu. Diğer yanımsa gerçek değilse bile sahip olduğunu hissettiği huzuru yok etmek istemiyordu. Yine de gittim.

Kadın kendini tanıtarak başladı söze. “Ersin’in eski karısıyım” dedi. Ersin diye birini tanımıyorum dedim. Kahkaha atmaya başladı. “Doğru, zaten gerçek adı Ersin de değildi sana söylediği isim de değil. Diğer 4 eski karısına söylediği isim de.” Bu sefer gülme sırası bendeydi. Daha masaya oturur oturmaz niyeti belli olmuştu işte. Saçma sapan yalanlar söyleyecek, ilişkimizi bozmaya çalışacaktı. Zaten o bana, bir süredir ısrarla arayan takıntılı bir kadından bahsetmişti. Demek ki bu kadındı o. “Ona takıntılı ya da aşık değilim” dedi kadın zihnimi okumuş gibi. “Buraya senin için geldim. Söylediğim ve söyleyeceğim her şey için kanıtım var.”

Doğruydu. Kocam diye bildiğim adamın farklı isimlerle yaptığı evlilikler, eşlerinin üzerine açtığı hesaplar, o hesaplar üzerinden yürüttüğü insan ticaretleri, dolandırdığı insanlar ve yakalanmaya yakın gerçekleşen ortadan kaybolmalar… Hepsine dair belgeleri, davaları, mesajları tek tek gösterdi. Tüm evlilikleri birkaç sene sürmüş, sonunda işler karışınca ortadan kaybolduğu için suç kadınlara kalmıştı. Kalbim hızla çarpıyor, beynim aynı anda hem çok hızlı çalışıyor hem de hiç olmadığı kadar bulanık bir hal alıyordu. Kadına veda bile etmeden ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Ne kadar koştum bilmiyorum belki on dakika belki üç saat. Sonunda kendimi evde buldum. Ev. Ne komik ama. Benim evim. Tapusu benim üzerime. Kartlar, hesaplar, araba, evdeki tüfek… Her şey benim üzerime. Tüm sorumluluk bana ait. Kaçtığım her şey bana ait.

Evimin kapısında nefes nefese kalmış halde bunları düşünürken ne yapmam gerektiğini fark ettim. Manyak gibi gülüyordum. Bulmuştum. Başka bir şey yapabileceğimi düşünmem komikti. Koşarak eve girdim. Bir bez çanta alıp dolabımızın arka kapağına gizlediğimiz tüfeği, hayır hayır dolabımın arkasına gizlediği tüfeğimi, içine koydum. Mermileri çantama attım, otobüs kartımı ve tüfeğin ruhsatını alıp evden çıktım. Son derece sakindim. Güvenliğe ruhsatı ve içinin boş olduğunu gösterip otobüse bindim. Şu an dünyanın tüm sükuneti üstüme toplanmış gibi hissediyorum. Bu yazıyı okuyorsanız bilin ki tek yolu buydu. Benim için başka bir yolu yoktu.

Pervin yazıyı yükledikten sonra telefonunu kapadı. Yavaş yavaş yerinden kalktı. Otobüsten indi. Kocasına buluşalım dediği ormanlık alana doğru yürüdü. Onu bekleyen kocasını gördü. Yüzünde bir gülümseme oluştu. Adamın gözleri ise şaşkınlıkla açılmış, bedeni kasılmıştı. Pervin onun önüne gelene kadar yavaş yavaş ilerledi. Durduktan sonra aynı yavaşlıkla çantasını açtı. Birkaç mermi alıp tüfeğin içine koydu. Kabzasından tuttuğu tüfeği adama uzattı.

“Vur beni”