Karanlığa Doğru

İrem İlayda Karkı

Bir saattir amaçsızca yürürken bana, çekil önümden, diyen bir ağaca rastladım. Ağaç bile duygularımı örseledi. Utanmasam gölgesine çöker ağlardım. Utanmasam dedim değil mi, zaten utanmamıştım. Çöktüm gölgesine, dayadım başımı gövdesine. O da bana karşı biraz yumuşadı. Anlat derdin ne, dedi. Utanmasam… Utanmadım anlattım. Bu aralar kimsesizim, dedim. Bir sabah vakti ay nasıl hissederse öyle hissediyorum, dedim. Ay bir sabah vakti nasıl hisseder, dedi. Yalnız, dedim. Tüm gece ışık olursun ama güneş yeniden yüzünü gösterince kaybolursun. Geceki ışığın da güneşe ait değil mi zaten, dedi. Cevap vermedim. İki muhabbet ettik diye kendini bir şey sanmasın.

Işık bile olamadığımı anladığım bu konuşma sonrası ışığımı tamamen söndüreceklerini bilmediğim için beni anlık mutlu eden bir çağrı aldım. Gönüllü olarak bir deneye kaydolmuştum, oradan arıyorlardı. Dünyada kendime bir yer bulabilmeye ihtiyacım vardı. Deneyin tam olarak içeriğini açıklamadılar. Birkaç sene yurt dışında yaşamam gerektiğinden bahsettiler sadece. Kabul ettim. Son ana kadar içimde vazgeç diyen bir ses vardı, dinlemedim.

Birkaç saat içinde başvurduğum merkeze gittim, bir sürü evrak imzalattılar. Çoğunu okumadım. Ne kaybederdim ki? Bir hafta sonra eşyalarımı hazırlamamı, buradan deney için bana bir ilaç enjekte edeceklerini, sonrasında İngiltere’de bana benzer özelliklerdeki insanlarla bir kasabada yaşayacağımı söylediler. İlaç kısmı tedirgin etse de yalnız olmayacağım hissi güç vermişti. Bir hafta sonra tam vaktinde hazırdım. Boynumdan bir şey enjekte ettiler, sonrasında vücudumun tüm damarları aynı anda yanmaya başladı. Kolay olmasını beklemiyordum zaten, dişlerimi sıktım. Beni dinlenmem için bir odaya aldılar. Yarım saat sonra yanma hissi geçti. Zor olan kısmı atlattığımı düşünüyordum. Sonrasında derin bir uykuya daldığımı sanıyorum. Uyandığımda İngiltere’de olduğumuzu söylediler. Uçağa bindiğimizden, yaptığımız yolculuktan bihaberdim. Gözlerimi açtığımda kaldığım odayı zar zor seçebildim. Ayağa kalktım, kapıya doğru yöneldim. Ben kapıya yürüdükçe görebildiğim çok az kısım da kaybolmaya başladı. Her adım daha karanlık. Bir an yürümeyi bırakıp geriye dönmek istedim. Sanki bunu yapsam yeniden aydınlanacaktı dünyam. Denedim de. Olmadı. Tamamen karanlığa gömülünce ne yapacağımı şaşırdım. Önce olduğum yere çöktüm. Ne olduğunu anlamaya sindirmeye çalıştım. Sonra ilk anda atmam gereken çığlığı attım.

İmdaattttt. Göremiyorum!

Merdivende ayak sesleri duydum. Çok geçmeden kapı açıldı. Birisi koluma girip beni oturduğum yerden kaldırdı. Kendimi çok savunmasız hissediyordum. Hem çok kızgın hem çok şaşkındım. Kolumu tutanın kim olduğunu bile bilmeden konuşmaya başladım.

“Göremiyorum. Yardım edin. Yan etkiler mi? Noldu bana?”

“Sakinleşin. Ondan sonra konuşalım.”

“Nasıl sakinleşeyim!? İnsan göremeden sakinleşebiliyor mu?”

“Tamam sakinleşmeyin siz bilirsiniz. Ama bundan sonra böyle yaşayacaksınız. Umutlanmayın da bu süreci hemen yaşayın bitsin.”

“Ne demek böyle yaşayacağım?”

“İmzaladığınız kağıtları okumadınız mı?”

Okumamıştım. Halbuki o zaman görüyordum. Renkleri, yazıları…

“Ama…”

“Deney tamamen bununla alakalı. Siz önce bu durumu kabullenin. Bu kasabadaki kimse görmüyor. Siz alışınca ben de gideceğim.”

“Onlar da mı deneydeydi?”

“Hayır onlar doğuştan. Hiç aydınlık görmediler. Bakalım siz aydınlıktan karanlığa nasıl tepkiler vereceksiniz?”

Böyle deney mi olurdu? Güneş değildim tamam ama aydım en azından. Şimdi ben neyim?

Altı yaşlarındayken annemin her gün kullandığı cümle yankılandı zihnimde.

“Sakın yanımdan ayrılma. Kaybolursun.”

Günlerce gitmedi bu ses kulaklarımdan. Gözlerim kapanmış, kulaklarımsa yeni işitmeye başlamıştı.